İnsanlık tarih boyunca değişen koşullara uyum sağlayarak varlığını sürdürmüştür. Pandemi, savaşlar ve teknolojik gelişmeler gibi dönüm noktaları, hayatımızı derinden etkilemiş ve bizi yeni normallere adapte olmaya zorlamıştır. Özellikle dijitalleşme, aşk ve ilişkilerimizi kökten değiştiriyor. Qoimag olarak bu değişimi, kişisel gelişim, farkındalık ve insan doğasının evrimi açısından inceliyoruz.
Aşkın Dijital Dönüşümü
Eskiden kampüslerde, partilerde veya kafelerde başlayan aşklar, yerini çöpçatanlık uygulamalarına bıraktı. Tinder, Bumble gibi uygulamaların yükselişi, ilişkilerin nasıl başladığını ve sürdürüldüğünü yeniden tanımlıyor. Bu değişim, toplumların zamana uyum sağlamasının doğal bir sonucu olarak görülebilir. Ancak bu durum, bazı önemli soruları da beraberinde getiriyor:
- Bireysellik ve Özgürlük: Partner seçiminin sosyoekonomik faktörlerden bağımsızlaşması, bireylere özgürlük alanı tanıyor. Ancak bu özgürlük, “en iyi partneri bulma” baskısını da beraberinde getiriyor. Bu durum, Qoimag olarak üzerinde durduğumuz “kendini tanıma” ve “değerini bilme” kavramlarıyla çelişebilir.
- Utangaçlık ve Tembellik: Uygulamalar, flört etme konusundaki utangaçlığı ortadan kaldırırken, bazı durumlarda “tembelliğe” de yol açabiliyor. Gerçek hayatta etkileşim kurmak yerine, uygulamalarda eşleşme beklentisi artıyor. Bu durum, insanlar arası gerçek bağ kurma becerilerinin körelmesine neden olabilir.
- Bağımlılık ve Dopamin: Uygulamaların oyunlaştırılmış yapısı, dopamin salgılanmasına ve bağımlılığa yol açabiliyor. Bu durum, ilişkilerin yüzeyselleşmesine ve duygusal tatminsizliğe neden olabilir. Qoimag olarak, dopamin odaklı bir yaşam tarzının ruhsal dengeyi bozabileceğine inanıyoruz.
- İdeal ve Gerçeklik Arasındaki Uçurum: Hollywood filmlerinde idealize edilen aşk anlayışı ile dijital çağın sunduğu pratikler arasında bir çelişki bulunuyor. Bu durum, özellikle Z kuşağı için kafa karışıklığına yol açabiliyor. Bu noktada, gerçekçi beklentiler geliştirmenin ve kendi değerlerimize uygun ilişkiler kurmanınönemi büyüktür.
Pandemi, çevrimiçi tanışma uygulamalarının kullanımını hızlandırdı. Financial Times’a göre 2019’dan bu yana ABD’de evlenen çiftlerin dörtte üçü internet üzerinden tanışmış olabilir. Bu, dijitalleşmenin ilişkiler üzerindeki etkisinin ne kadar büyük olduğunu gösteriyor. Ancak, bu yeni aşk pratiğine henüz tam olarak adapte olamadığımız da bir gerçek. Hem milenyum hem de Z kuşağının çocukluğundan beri aşina olduğu romantizm anlayışı, Hollywood filmlerinde gördükleri “zamansız ve doludizgin aşk” imajı, çevrimiçi tanışma uygulamalarının pratikleriyle çelişiyor. Business of Apps verilerine göre 2024 yılında çevrimiçi randevulaşma uygulamalarının indirilme sayısında bir düşüş gözleniyor. Bu durum, özellikle karantina döneminde 18 yaşına basan Z kuşağının, pandemi sonrası dönemde dijital etkileşimlerden ziyade yüz yüze ilişkilere yöneldiğini gösteriyor. Yani, ilişkilerde bir “anti-dijitalleşme” akımı da ortaya çıkıyor.
Özgürlükten Ergonomiye: Aşkın Yeni Kimliği
Carolina Bandinelli ve Alessandro Gandini’nin çöpçatanlık uygulamaları üzerine yazdığı bilimsel makale, önemli bir noktaya değiniyor: Partner seçimi artık sosyoekonomik koşullardan bağımsızlaşarak tamamen bireylerin özgür iradesine bırakılmış durumda. Bu durum özgürleştirici olsa da, bireyleri “en iyi partneri bulma” gibi bir görevle baş başa bırakarak aşkı adeta “ergonomik” bir hale getiriyor. Verimlilik odaklı bu yeni nesil aşk anlayışı için çevrimiçi uygulamalar ideal bir araç haline geldi. Bu uygulamalar, ilişkileri kültürel duygusallıktan uzaklaştırıp rasyonel bir olguya dönüştürürken, Bandinelli ve Gandini’nin ifadesiyle “eski neslin kimyası artık bir algoritma haline geliyor.” Bu durum, Qoimag’in savunduğu “kalpten bağlantı kurma” ilkesine ters düşebilir.
İdeal ve Gerçeklik Arasındaki Çatışma
Erken Z ve geç milenyum kuşakları, modern dünyanın dayattığı “ergonomik” aşk anlayışına karşı bir tepki gösteriyor. Pratiklerinde yenilikçi olsalar da, hayallerinde geleneksel bir aşk arayışındalar. Profil kaydırarak zaman geçirirken, bir yandan da Paris’te bir restoranda hayatlarının aşkıyla karşılaşmayı umuyorlar. Bu durum, ideal ve gerçeklik arasında bir çatışmaya yol açıyor. “Tembellik” yaygınlaşırken, gerçek hayatta insanlarla etkileşim kurmak bile zorlaşıyor.Uygulamaların ödül mekanizmaları sadakati etkileyebiliyor ve mutluluk ile özgüven arasındaki hassas denge, duygusal iniş çıkışlara neden olabiliyor. Bu noktada Qoimag olarak, duygusal dengeyi korumanın ve öz değerin farkında olmanın önemini vurguluyoruz.e mutluluk ile özgüven arasındaki hassas denge, duygusal iniş çıkışlara neden olabiliyor.
Heidegger ve Modern Aşk
Tüm felsefesini modern yaşamı eleştirmek üzerine kuran Alman filozof Heidegger, modernliğin gerçekliği kavrama biçimimizde bir düşüşe yol açtığını savunmuştu. Teknolojinin insanlığın önceliklerini değiştirdiği bu çağda, Heidegger’in düşünceleri günümüz ilişkilerinin değişimini anlamamıza yardımcı olabilir. İnsanların yeniden mektuplaşmayı, sinema kuyruğunda tanışmayı veya özlemeyi tercih etmesi, yüksek teknolojiyi özümsemede bir sorun yaşadığımızı gösteriyor olabilir. Heidegger gibi düşünürlere geri dönmek veya ormanlarda yaşamak gibi bir zorunluluk olmasa da, bazı şeyleri “geri almak” faydalı olabilir.
Qoimag Perspektifi: Aşkın Ruhsal Boyutu
Qoimag olarak, aşkın sadece biyolojik ve psikolojik değil, aynı zamanda ruhsal bir boyutunun da olduğuna inanıyoruz. Dijital çağda aşkın bu boyutunu nasıl koruyabiliriz?
- Farkındalık: Uygulamaları bilinçli bir şekilde kullanmak, bağımlılıktan kaçınmak ve gerçek hayattaki etkileşimlerin önemini unutmamak gerekiyor.
- Öz Sevgi: Kendini tanımak ve sevmek, sağlıklı ilişkilerin temelidir. Uygulamalardaki onay arayışından ziyade, kendi değerimize odaklanmalıyız.
- Duygusal Zeka: Karşımızdaki insanla derin ve anlamlı bağlar kurabilmek için duygusal zekamızı geliştirmeliyiz.
- An’da Kalmak: Dijital dünyanın hızına kapılmadan, an’da kalmaya ve gerçek bağlantılar kurmaya özen göstermeliyiz.
Dijital çağda aşkın evrimi, hem fırsatlar hem de zorluklar sunuyor. Qoimag olarak, teknolojiyi bilinçli bir şekilde kullanarak, aşkın ruhsal boyutunu koruyabileceğimizi ve daha anlamlı ilişkiler kurabileceğimizi düşünüyoruz. Önemli olan, teknolojinin bizi yönetmesine izin vermeden, onu kendi gelişimimiz için bir araç olarak kullanabilmektir.
